Her 2 Temmuz'da yanar içimiz!
Siz hiç fotoğraf yaktınız mı?
Yakanı bilir; fotoğraf tam yanarken, içiniz acır; vazgeçmek
istersiniz ama eliniz öyle kalakalır; uzanıp fotoğrafı çıkarmanızı isteyen
yüreğinizle beyninizin arasında. Eğer bir de arkasına yazılmış, “bu cansız hayalime bakıp da beni hatırla” yazısı
gözünüze ilişirse, son anda çekip çıkarmak istersiniz, kendi geçmişinizi kor
alevler arasında.
Yakanı bilir; fotoğraf yanarken, bilmeden cama basmış
gibi olursunuz, öyle acır ki canınız; o acıyı duymaktansa yaşamamış olmayı
yeğlersiniz. Ama yaşamışsınızdır; çaresiz acısı yüreğinizin en ücra yerini
kanatır. Acısına alıştığınızı sanırsınız ve hatta zaman cam kırıklarının
temizlenmesine yarayan bir ilaç bile olabilir ama siz hiç farkına varmadan,
olmadık bir yerde ve olmadık bir zamanda yüreğinizin yeniden kanadığını
hissedersiniz. Meğerse zaman denen her derde deva ilaç, yüreğinizi kanatan o
mendebur acıya karşı savunmasız kalmıştır.
YAKTIĞINIZ
SURETTİR!
Yakanı bilir; yaktığınız bir surettir; “cansız hayali” kor ateşte yanarken, o
yaşamaktadır; başka bir alemde. Bile bile ateşe attığınız suret yanarken, siz
geçmişinizden kurtulmak istersiniz. Fotoğraf yanıp bittiğinde bile su
serptiğinizi zannettiğiniz yüreğiniz büyür, göğüs kafesiniz daralır; öyle bir
an gelir ki, değil su serpmek, sanki kızgın kor ateşe attığınız “cansız bir hayal” değil de, kendi
yüreğinizmiş gibi olur.
Yakanı bilir; sureti yakınca gerçeği yok edemediğinizi
anlarsınız. Sokakta, sırada, derste, durakta, otobüste, dolmuşta, eylemde,
kahvede, siyaset arenasında onu her yerde, her zaman görürsünüz. O zaman
anlarsınız, asılı kalmıştır; bir suretteki gülüşü boşluğa! Hiç gitmez o an
gözünüzün önünde. O bakar; siz kızarırsınız, yaptığınızdan!
Yakanı bilir; öfke insana yar değildir!
Yakanı bilir; siz bir “cansız
hayal”i yakarken, dünyanın binbir hali gelip karşınıza oturuverir. Çoğunun
kanaati geri dönülmez bir biçimde belirginleşmiştir ki; “cansız hayal”i yakmak, kırılıp yok olanı geri getirmez. “Keşke” dersiniz, “keşke yakmasaydım”!
Demişler midir acaba? “Saltanata
saz ile yumruk kaldıran, adına Haydar denen Pir Sultan Abdal” adına
düzenlenen şenlik için Sivas’a gelenleri, “keşke
yakmasaydık”, demişler midir acaba?
Demişler midir acaba; “bak
işte öfkem geçti, gün oldu devran döndü; geriye yakılanların adı kaldı”?
“Aslında her yakış, yakanın her gün ateşe düşmesinden başka bir anlama gelmez”
demişler midir acaba?
Demişler midir acaba; “yaratılan
bu vahşete kıyam demek, aslını, yani insan olmayı inkar etmektir; ateşe verilen
otelin karşısına geçip yananları seyretmek, olsa olsa bir vahşettir”?
HAFİK’TEN BU YANA,
BANAZ’DAN ÖTE!
“Kıyam, yani kalkışma, iktidarı elinde tutarak
insana zulmedenlere karşı haktır; oysa biz sadece düşüncesini dillendiren,
türkü söyleyen, semah dönenleri yaktık. Bu nasıl kıyamdır ki, zulüm sürüyor;
yanan da biz, yakan da biz” demişler midir acaba?
Demişler midir acaba, “yakmak
yerine keşke okusaydım Asım Bezirci’nin kitaplarını, Metin Altıok’un
şiirlerini, gezseydim Asaf Koçak’ın karikatür sergisini; sonra Konur Sokak’ta
bir kahvede Uğur Kaynar ile gençliğin örgütlenmesi üzerine derin bir hasbıhal
eyleseydim”?
“Ateşin şavkı yüzüme
vurunca kendimi gördüm yananların içinde” demişler midir acaba? Demişler
midir acaba; “bizi biz yapan ‘öteki’nin
varlığıdır, ‘öteki’ni yok etmek, kendimizi yok etmektir”. “Asıl yanlışı bu
ülkede, ’Aleviler, İslamiyet’i doğru, kitabi bir biçimde yerine getirirlerse
hiçbir sorun olmaz’ diyenler yapıyor” demişler midir acaba?
Demişler midir acaba; “evde,
sokakta, işyerinde, okulda, kışlada ve ille camide kim öğretti bize inançları
farklı olanların katli vaciptir”? “Bütün ülke seyrederken 33 insanı yakanların
idam cezası almaları, bir gerçeği ortaya çıkarmaya yetmez; yani öğrendim ki,
tıpkı bir musibet bin nasihatten iyi atasözünde olduğu gibi herkes kendi
inancını yaşarsa, inandığım Tanrı huzur içinde olur” demişler midir acaba?
Demişler midir acaba; “her 2 Temmuz’da yüreklerinin bir yerine batan cam kırıklarının acısıyla
ağlamaktan gözleri kan çanağına dönüşen annelerin, sevgililerin yüreğini
soğutmak için Aleviler başta olmak üzere, her dinsel inanışın kendisini özgürce
ifade etmesini sağlayacak bir ortam oluşturulmalı”?
Dememişlerse eğer, şimdi ben bir sureti yakmakta zorlanan
sizlere, içi insan dolu koskoca bir otelin yakılmasını nasıl anlatabilirim ki?
Nasıl anlatabilirim ki, insana yar olmayan öfkenin,
kendinden geçmiş bir güruhun bam teline dokunmasıyla koskoca bir otelin yanışının
seyredildiğini?
Nasıl anlatabilirim ki yok edilirse insanın bin bir rengi,
dayanmaz buna “tepesindeki karlar
gözyaşı olur, erir; eteklerindeki gül bahçesi solar bu ülkenin”?
Gülümüzü soldurmak
istediler; “Hafik’ten bu yana Banaz’dan
öte, Kızılırmak boylarında bir şehir”de! Bu yüzdendir ki her 2 Temmuz’da
yanar içimiz!
Aynı şeyi, Reyhanlı’da, Diyarbakır’da, Ankara Katliamlarında,
Suruç’da, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda, Sur’da, Cizre’de ve hayatın olduğu
her yerde yaparak, bizi susturmak istiyorlar.
Susmayacağız; karanlık düzenlerini kurmalarına izin
vermeyeceğiz. Her 2 Temmuz’da tekrar, tekrar alev alan yüreğimizin soğumasına
izin vermeyeceğiz ve Anadolu’nun kadim geleneğinden aldığımız güçle bu ülkeyi
aydınlığa kavuşturacağız.
Bundan kuşku duymuyorum.
(*) Bu yazı, 1 Temmuz 2001’de, Radikal İki’de yayınlanan “Soğur
mu yürekler?” başlıklı yazının kısaltılmış ve gözden geçirilmiş halidir.
Yorumlar
Yorum Gönder